“Cennetin Kapısını Açmayacağız, Cehennemin Kapısını Kapatacağız”

Kucors

William Wallace ailesini küçük yaşta İngilizlerle savaşta kaybetmiş bir İskoç’tur. Amcası onu yurtdışına kaçırmıştır. Yıllar sonra memleketine döner ve belaya bulaşmadan huzurlu bir hayat yaşamak ister. Bir çiftlik kurar. Çocukluk aşkı ile gizlice evlenir. Gizlice evlenmek zorundadır çünkü İskoç bir çift evlendiğinde gelin ilk geceyi bir İngiliz soylusuyla geçirmek zorundadır. “İlk gece hakkı” İngiliz soylulara kral emri ile verilmiş hukuki bir haktır. Halk bu açıkça insan onuruna yakışmayan kuralı aşmak için gizlice evlilik yapmaktadır. Buna rağmen Wallace’in eşi İngilizler tarafından öldürülür. Ve zulmü bile idare eden İskoç halkının bir ferdi olan William Wallace’ın tarihe geçecek olan haklı isyanı başlar. Meşhur, Mel Gibson’un “Cesur yürek” filminin konusu böyleydi. Savaştığı İngiliz kralı Uzun Bacaklı Edward zalim biridir. Bir yerde müzakere yapılması gerekir. Onun için de oğlunu göndermek ister ancak oğlu eşcinseldir ve der ki “Bunu göndersem değil İskoçya’yı tüm İngiltere’yi isterler” Gibson’ın Yahudi karşıtlığı ve eşcinsel karşıtlığı ile uyumlu bir sahne, şimdilerde olsa çekemez. Ancak ilginç olanı güçlü, baskıcı liderlerin çocuklarının kendileri gibi değil de başka tür dahi olmaları kısmı. Kader işte.

Kleist’in “Michael Kohlhaas” eseri ve ondan uyarlanan Pallieres’in “Adalet İçin” filminde de sıradan bir çiftçi/at tüccarı olan Kohlhaas’ın uzun yıllardır geçtiği bir yoldan geçerken, arazi sahibinin ondan yolun kendisine ait olduğu iddiası ile haraç istemesini ve sonrasında gelişen adalet arayışı ve isyanı anlatır. 

Müge Anlı programı benzeri karmaşık ilişkilerin edebi bir dille anlatıldığı Antik-Yunan’da Sofokles’in “Antigone” oyunu da bizler için önemlidir. Tahta çıkan kral Kreon,  Antigone’un kardeşi olan Polyneikes’in cesedinin surlar önünde kalmasını ve gömülmemesini emreder. Kraldır, yasa koyucudur ancak insan onuruna yakışmayan bir durum söz konusudur. Antigone, kraldan, onun uydurduğu insanlık onuruna karşı gelen yasadan değil insanlık onurundan taraf olur ve kardeşinin cesedini kaçırıp gömmeye çalışır. Yakalanınca da kral, Antigone’un diri diri gömülmesini emreder. Ve insan onuruna karşı gelen tarihin çöplüğünü boylayan her zorba gibi, adına ister tanrı deyin ister başka bir şey bir şekilde belasını bulur. 

Bu tarihin çeşitli dönemlerinde geçmiş zulüm hikayelerinin ortak noktası insan doğasını, onurunu hiçe sayan şımarık, despotik güçlerin hadlerini aşmalarıdır. İşte hep yazılarda belirttiğim muhalif fikirlerin önemi de buradan kaynaklanıyor. Yönetim bir araçtır ve bu aracın gaza ihtiyacı olduğu kadar frene de ihtiyacı vardır. Fren muhalif fikirlerdir. Ve her aracın mutlaka frene ihtiyacı vardır. Çünkü sağlıklı ilerlemek için bazen durmak ya da yavaşlamak gerekir. Ancak Hollanda televizyonlarının imar barışı kamuspotunu yayınlayıp ardından da sunucunun “İnanılmaz, trafikte aracınızın freni mi bozuldu, Mark Rutte’ye 100 euro gönderin yola devam edin” şeklinde alay ettiği bir durum söz konusu. İnançlı olduğunu belirten bir mübarek abimizin “devlet halkı ile helalleşiyor” şeklinde dini söylemlerin arkasına saklanarak usulsüzlüğü pazarladığı acı gerçeğini de unutmayalım. Hal böyle olunca da suçu utanmadan tanrıya yüklemeye çalışmaktalar.

10 şehir, 13 milyon insanımız etkilendi. Öncesinde ahmakça “helalleşme” denilerek, müteahhitlerin insafına bırakılan ve onların dokunulmazlığı ve gücünden korkularak yapılmayan denetimler sonrasında bürokrasinin çökertilmesi ile devlet refleksinin zayıflaması sonucu müdahalenin gecikmesi… sonuç; bir aydır bu şehirlerde çöken sistemin alameti farikası olan keskin ceset kokusu. 50 binin altında sabitlenen ölü sayısı. Hafriyatla beraber ortadan kaldırılacak olan kol, bacak, gövdeler vs. 

Hala istifa etmeyen 155 yıllık kurumu holdingleştiren insanlar. Hayır kurumunun ruhunu bile kapitalist zihniyete teslim eden bir vicdansızlık. Üç harfli marketler enflasyonun sorumlusu, müteahhitler deprem felaketinin sorumlusu! Ne ala ülke. Kiyarustemi’nin “Kirazın Tadı” filminde karakterin birine söylettiği bir fıkra var. “Türk’ün biri doktora gitmiş. Her tarafım ağrıyor demiş. Doktor da göster demiş. Adam ayağını, kolunu, başını göstermiş. Sonra doktor bir bakmış ki adamın parmağı kırık, dokunduğu her yer ağrıyor.” 

Bu fıkra misali sorun bu sistem de. Genç çocuklar seçim ne olur diye soruyorlar?  Ve muhalif kanadın durumundan da umutsuzlar. Haklı oldukları noktalar da çok. Ancak şunu unutmamak gerek kaç kamu görevlisinin üç beş yerden maaş aldığını bile bilemediğimiz, bürokrasinin çökertildiği (boş bardakları toplayan tümgeneral, başında iddia edilen  Antep’ten aldığı çadırları meslek lisesinde yapmış gibi göstererek algı oluşturan ve bu çadırlara kendi amblemini basıp, videosunu çekip, deprem bölgesine gönderen milli eğitim müdürü, seçim zamanı ezana rağmen propaganda yapan ancak deprem felaketi sırasında ulusal tv kanalı yayınında sorulara cevap vermekte zorlanınca ezanın bitmesini beklediğini söyleyerek yayına ara veren belediye başkanları, deprem sırasında çadır satan kaç yerden maaş aldığı bilinmeyen, önce satışı ahlaki bulan sonra haberim yok eleştirdim arkadaşları diyen tarihi kurumumuzun başındaki zat, depremzedeye gülen ve sonra da sağlık sorunları nedeniyle affını isteyen vali vs vs…) bir sistemin YÜRÜTÜLEBİLİRLİĞİ yok. Mesele bu yapının değişmesi. Yeni gelecekler ideal mi? Elbette değil! Ancak en azından onlar bu kadar güçlü oluncaya kadar değiştirme şansımız, daha iyiye yönlendirme şansımız olabilir. 

Yukarıda anlattığım öykülerdeki sıradan insanlar gibi huzurlu olmak istiyoruz. Halkın üzerinden üç beş maaş alan insanlara huzur hakkı adı altında emeklerimizin sömürülmesine göz yummak istemiyoruz. Demokrasi içinde kalmak ve en basit hakkımız olan sıradan yaşamı istiyoruz. Çok şey mi istiyoruz!