Deprem Bölgesi İzlenimleri
Bir ay evvel Maraş, Adıyaman’daydım ve size uykusuzluğun, şokun etkisiyle vasat bir yazı sunmuştum.
Aradan tamı tamına 1 ay geçti. Ülkede her zaman olduğu gibi gündem bu sarsıntıya da dayanamadı. Hepimizin malumu, seçim kapıya dayandı, sonra ittifak bozuldu derken tekrar ortaya çıktı, memleketçe yine birbirinden saçma siyasi takla ve entrikalar atlattık. Derken hala çadırsız kalan var, yardımın yetersiz kaldığı köyler, dinmeyen yaslar, olası salgın korkusu, milyonların göçü. Haritadan silinmiş kentler, köyler.
Bir önceki yazıda olduğu gibi, uykusuz halimle analizi başkalarına bırakıp burada gördüklerimi aktarmakla yetineceğim.
Antakya’ya vardığımızda ilk uğradığımız yer sol partilerin bölgedeki operasyon üssü olarak kullandığı ve ufak bir çadır kent kurdukları ‘Sevgi parkı’ oldu. Geç kaldık. Bir önceki gece park tahliye edilmiş, partililer polis eşliğinde eşyalarını toplayıp buradan sürülmüş, çadırların bazıları bekçilerce yıkılmış. Hemen karşısındaki Dostluk parkı ise hala TİP tarafından koordinasyon merkezi olarak kullanılıyor. Parkın etrafında, hala aranan kayıpların afişleri asılı. Kayıp oğlunu arayan bir teyze feryat ediyor. İlk günden beri gitmediği yer kalmamış. AFAD’ı, kaymakamı, hastanesi, toplu mezarı. Şimdi DNA test sonuçlarını bekliyor adliyeden. Enkaza 12. günde girmişler ancak. “Bizi ölüme sürüklediler. Orada hayatta kalan da öldü o sırada.” Girmek için de enkazdan kaldırdıkları molozu caddeye yığmışlar. Belki benim oğlum o caddedeki enkazdaydı diyor – bakan olmamış.
Burada günde bine yakın depremzede sıcak yemek ve ihtiyaçlarını gidermek için kuyruğa giriyor. Gönüllülerin çoğu sosyalist öğrenci. Benden fotoğraflarını çekmemi istiyorlar. Arkada biri palyaço kostümüyle çocuklarla oynuyor. “Çocuklar en ağır etkilenen kesimi oluşturuyor” diyor bir parti yetkilisi. “Çocuklar, sonra da kadınlar. Kadınlar için de psikolojik destek grupları ve kooperatifler kurmak istiyoruz, ancak onlar ailelerini düşünmekten kendi travmalarına vakit ayıramıyorlar. Çocuklarını bizle bırakıp kuyruğa giriyorlar.” Antakya’nın bu mahallesinde TİP ve farklı sol örgütlerin emeği ve varlığı çok baskın.
Yıkık evlerin arasından çıkan öğrenci halkın mühendisleri evleri teker teker gezip kendi imkanlarınca vatandaşa verilen, çoğunun içine sinmeyen hasar tespitlerine ikinci bir yorum getiriyorlar. “Biz ikinci günden beri buradayız” diyor aralarından bir inşaat mühendisliği öğrencisi. “Daha yeni bir önceki koordinasyon alanımızdan kovulduk ama buradaki süreci yakından takip ediyoruz ve ilerleyen aşamalarda, şehir planlamasında da takip etmeye devam edeceğiz. Buraya 7-8 katlı TOKİ dikip vatandaşa şu kadar faizle daire vererek şehrin tekrardan planlanıp inşa edilemeyeceğini biliyoruz. İlk günden beri kendi çapımızca destek olmaya çalışıyoruz, devlet bize asla müsaade etmiyor, etmeyecek de. Ama biz kendimize güveniyoruz.”
Nehri takip edip şehir merkezine, Kurtuluş caddesine gidiyoruz. Cadde başında Twitter’da fenomen olmuş antikacı Serkan var. Dükkanını Çarşı’dan gelmiş kardeşiyle sokağa taşımışlar. Hem kalanların eşyalarını evlerinden çıkarıp taşımalarına yardım ediyorlar, hem de 60’lardan kalma teyp çalarları ve eklektik antikalarıyla kenti terk edenleri geri getirmeye, ölü şehre tekrar hayat katmaya çalışıyorlar. Serkan gelen televizyon ekiplerine ve askerlere sigara çay, kahve ikram edip muhabbet ediyor, her ezan vakti balkona çıkıp okuyor. 5 vakit namazda.
Ve Kurtuluş Caddesi’ni yüzyıllardır eşsiz kılan evlerin hepsi yıkık. Yıkım cadde boyu ilerledikçe artıyor. Ara sokaklarının meşhur mezecileri ve içkili mekanlarının panoları kış güneşinin altında, kolonların, kirişlerin, yıkıntıların arasında kalmış. Caddeden çıkış yok.
Bir ay önce açık kalmış yollardan da artık geçilmiyor. Hatay merkezli 6.4 şiddetindeki son depremle ayakta kalmış bir çok bina da yıkılmış. Ara sokaklardan her an üstümüze düşebilecek eğilmiş binaların altından geçmeye çalışırken hala eşyalarını çıkarmaya çalışan tek tük vatandaşlarla karşılaşıyorum. Birilerinin burada burgercisi varmış. Son depremle yıkılmış ancak. İçeriden bozulmayacak mahsulleri, yağ, meşrubat, mayonez, vs. çıkarıp kamyonete yüklüyorlar. Yerli taşıyıcılar hala iş başında. Her an yıkılabilecek binalara beş kuruş para için giriyorlar, artçılar zaman zaman hala yeri yerinden oynatıyor.
Antakya’dan çıkıp köylere gidiyoruz. Yeşilpınar köyü çoğu köy gibi nispeten az hasar görmüş, ama evler oturulacak gibi değil. Köyün bir ucunda çadırların arasında kadınlar oturuyorlar, bize kahve ikram ediyorlar. “Ben arkadaşlarımdan çadır aldım” diyor bir teyze. Ana dili Arapça, fiilleri çekmiyor. “Bir ay oldu, AFAD dün geldi. Yardım geliyor ama köy merkezine geliyor, bizim gibi etraftakilere kadar inmiyorlar.” Su yok, yardım ulaşmıyor. Köylerin içinde ölü sayısı her ne kadar az olsa da merkezde oturan ve orada ölen köy halkının yası tutuluyor. Üstüne üstlük köyde akrabası olan köye gidiyor – 2 ailelik bir çadırda 4, 5 aile kalıyor.
Bütün ülkeyi saran gündemi bana kahve ikram eden kadınlara sormak zorundayım. Seçimler yaklaşıyor. Nasıl olacak bu iş? “Ne seçimi? Can derdindeyiz, çocuklarımızın derdindeyiz. Çadırlara yağmur sızıyor, su yok, hiçbir şeyimiz kalmadı. Neyin seçimi?” Yan tarafta, zeytinliklerin arasında arkadaşıyla tavla oynayan dayının tepkisi biraz daha sakin. Önce çoğumuz gibi açıkça konuşmaktan çekiniyor, ismini vermeyeceğimi söylediğimde ancak biraz rahatlıyor. “Seçim olsun diyeni de var, olmasın diyeni de. Bence olsun. Ama sana bi şey diyim – bizim bir yazarımız vardı ya hani, demişti ki ülkenin yüzde altmışı… bence oy oranı en fazla 1, hadi 2 oynar.” Kadınların bir fotoğrafını çekmek istiyorum. Gençlerden biri kaçıyor beni böyle çekmeyin diye, sonunda ikna oluyor. Hepsi objektife bakıp gülüyorlar – aralarından biri de diyor ki “depremzedeyiz ya, gülmesek mi?”
Seçim yaklaşıyor – sahada çalışan milletvekillerini arıyorum. AKP’den tabii ki açık ret. CHP’den kim varsa ya konuşmak için çok meşgul veya kendileri yasta. Biri özür diliyor, başka bir zaman, cenazedeyken aramışım.
Adıyaman’daki tek CHP milletvekilini buluyorum. Burada Mersin, İzmir ve İzmit belediyeleri konteynır kent hazırlıyorlar. “Vatandaşımızın bir an önce barınma sorununun çözülmesini istiyoruz. Adıyaman’ın nüfusu 250 000 – şu an şehirde 70 000 kişi kaldı. Hem seçim açısından, hem de insani açıdan insanların bir an önce geri dönebilmeleri şart.” Kendisi kazanacaklarından emin. “Ben Adıyamanlı olarak hakkımı helal etmiyorum. Ve eminim ki hiçbir Adıyamanlı helal de etmez.”
Çarşıda konuştuğum vatandaş fikrini paylaşmıyor. Yardım 3 gün geç geldiyse de gelmiş, liderimiz olmasa, gelmese daha mı iyi olurdu diyor. Hakkımı ona helal ettiğim gibi sana da, şuna da helal ederim diyor.
Helal etmeyen de konuşmaktan çekiniyor zaten. Konuşanı da hiçbir zaman etmemiş. Gerçi burada da vazgeçen olmuş. Ama Hatay’da olduğu gibi, her ne kadar acılar bazıları için büyük bir öfkeye dönse de, o acı ve öfke öyle yakıcı ki, seçim meçim düşünülecek şey değil şu an.
Ama her ne kadar acılar taze olsa da molozlar şimdiden alelacele temizleniyor. Adıyaman’da, on binlerce kayıp varken, hala ölü ve asbest kokan enkazlar kepçelerle dere yatağına yığılıyor.
Ne Seçimi, Can Derdindeyiz.
