POŞET UMMANI

1612 07

Sırbistan’ın Novi Sad şehrindeki Petrovaradin Kalesi’nde bulunan saat kulesini gören her evden saat vergisi alınırmış eskiden… Saat manzarasının kiralama ve satışta nasıl etkisi vardı acaba?… Yunanistan’ın Larissa şehrinde 2. ya da 3. Lig’teki bir futbol takımının formalarında reklam olarak Sofi adlı kadının şehirde açtığı genelevin ismi yazıyormuş, Burdelo Sofi… Böylece kadın çok zengin olmuş, zira bir çiftçi bölgesi olan Larissa’da bütün çiftçiler sabah akşam soluğu bu genelevde alıyorlarmış…

Bir çok çeşit hayranlık gördüm, duydum fakat otomobillerdeki emniyet kemerine hayran birini ilk kez
işittim. Hayır, insanları kazalarda mümkün mertebe koruyor diye hayranlık duyduğunu sanmayın sakın. İdol Adamı olarak betimleyebileceğimiz bu şahıs emniyet kemeri sürekli kadınların göğüslerinin arasından geçiyor diye tahrik oluyormuş. Bir araçta emniyet kemeri olmak kimbilir ne muazzam bir şeydir diyerek kemere saygı duyup imreniyormuş…

Artık mallar, aletler, eşyalar öyle bir üretiliyor ki, eskiden kaliteli malın adisi diye bir şey vardı… Şimdiyse adinin kalitelisi var. Yani her şey o kadar dandik ki, bu tek kategoride adinin kalitelisine razı olunuyor… İstanbul’un Söğütlü Çeşme meşhur Salı Pazarı’na çok giderdim bir vakitler… Akşam pazar bittikten, dağıldıktan sonraki halini ürpertiyle izlerdim?. Tasviri epeyce zor olan bu görüntü bilmem nasıl anlatılır. Öyle ki; rüyanızda gece uzayda bilinmeyen uçsuz bucaksız bir gezegende ışıl ışıl bir naylon denizi düşünün, hafif bir rüzgar esintisiyle kıpır kıpır kıpırdayan binlerce irili ufaklı poşetlerden oluşan engin bir denizdesiniz, hışır hışır dalgalanıyorlar. Bu naylondan denizin kenarındasınız ama yine de boğulma hissine kapılıyorsunuz, ruhunuz boğuluyor, birden uyanıp bu buhrandan kurtulmak istiyorsunuz ki, o da ne; bir rüya değilmiş ve poşetler arasında aklınızı yitire yitire gömülüp gidiyorsunuz… Eh ancak bu kadarını betimleyebildim, işte böyle görünürdü pazar sonrasında geride kalmış poşetler ummanı. Fakat sonraları bu denli poşet kullanılmaması ve doğaya zarar vermeyen taşıma ürünlerinin yaygınlaşması için kampanyalar amaçlandı…
Böylece file, kese kâğıdı ve bez torba gibi tekrar kullanılabilirdi…Bu durum marketlerde poşetler paralı olunca kısmen uygulandıysa da sanırım pazarlarda pek geçerli olamadı ve poşet kullanımı marketler kadar azalmadı…

İşte bu minvalde Poşet Teyakkuzu halinde yanımızda çanta yoksa boş alışveriş torbalarımızı veya poşetlerimizi nerde taşıyabiliriz?…Elbette ki çok özenle katlayıp mümkün olduğu kadar küçülterek çorabımızın içine koyabiliriz… Böylece iki ayağımıza minimum 4 poşet sığdırabiliriz… Pantolon paçasının genişliğine göre bu miktar değişebilir… Eskiden bu şekilde sigara paketini çorabında taşıyanlara çok rastlanırdı…

Hayatımız absürd olmuş, abüs abüs geziyoruz ortalıkta… Belediye otobüsünde gidiyordum. Otobüs oldukça boştu, üç-beş kişi vardı… Şoför nedense çok sinirliydi… Orta kapının inecek düğmesine ısrarla basıp duruyorlardı, neyse kapının tek bir kanadı açıldı…İnmek isteyen iki yolcu diğer kanadın da açılmasını istiyordu ve tekrar tekrar düğmeye bastıkça basıyorlardı. Şoför hiddetlendikçe hiddetlendi “Yahu basmayın kardeşim basmayın, görmüyormusunuz kapının altında mermer var!…” diye bağırıverdi… Ne mermeriydi acep?… Bunu duyunca ben de derhal yerimden doğrulup, gidip bir baktım ki, orta kapının bir kanadının arkasına yaslanmış bir mermer bloğu var!. Öyle bir şaşkın hale geldim ki, gidip şoföre nedenini soracaktım ama çok sinirliydi, böylece olduğum yerde aniden uğradığım şaşkınlığın merakı yiyip bitirdi beni… Otobüste orta kapının bir kanadına lahit kapağı gibi yaslanmış mermer bloğunun dumurdan başka ne gibi bir açıklaması olur ki a gogılsız dedim kendi kendime…

Bir kafedeydim, yan masada dört kişilik bir bayan grubu oturuyordu ve bu grubun iki köpeği vardı… Köpeklerden biri uslu duruyordu, diğeri ise arada bir huzursuzlanmakla birlikte o da uslu duruyordu diyebiliriz… Bir yandan kitabımı okuyor, bir yandan da havlama türü sesler gelince hafif bir tedirginlikle mekan içinde bana çok yakın duran köpekleri izliyordum… Köpekli grup birazdan hesabı ödeyip gitti, bu arada masayı toparlayan garson, arada bir huzursuzlanan o köpekle ilgili bir şeyler anlattı ki, donup kaldım. Köpeğin çok acayip ilginç bir huyu varmış; gittiği yeni bir mekanı 15 dakika gezmesi, tanıması, mekanın hemen her yerini görmesi gerekiyormuş, aksi takdirde çok çok huzursuz olurmuş…

Böylece kafeye ilk girdiğinde 15 dakika gezdirmişler köpeği, bütün masaları, sandalyeleri tek tek koklamasının yanısıra tezgah arkasına, çay kahve yapılan yere, ahçının oraya, vestiyere falan her yere bakıp öyle oturmuş yerine… Garson arkadaş iç mekanda gezen köpeği, çay-kahve tezgahının arkasında su bidonlarının arasında falan görünce epeyce şaşırmış. Mekanı beğenmeyince oturmayan, kıllanıp giden köpek vakasını duyunca ben de çok şaşırdım…

Bu animal ve minimal mekan kıllanması olayında bir iç mimar reenkarnasyonu durumu mu vardı yoksa?….