“DAYANIŞMACI GÜZELLİĞİN AYDINLIĞI!”

Selim Yalciner

“İnsanlar, post modern yöntemlerle parlatılmış, büyük çabayla ‘karizmatik’ hale getirilmiş lider yerine ‘taşları yerine oturtacak’ bilge lider istediklerini gösterdiler,” dedim karşımdaki Çağrı’ya. 

“Gözlerimi yaşarttın! Bu tümceni hemen ‘not’ edeceğim! İnsanlar, hem de, ‘Yağmacı katillerin karanlığına karşı dayanışmacı güzelliğin aydınlığı’ ile davrandılar, bunu da sen bir yana yaz! Yanlarına aldıkları katillerin infazları liste liste yayımlanıyor, oralı bile değiller. Depremin en önemli ilk iki üç gününde büyük yararları olacak, kim bilir kaç bin kişinin şu anda hayatta olmasını sağlayacak önlemleri korku dolu kaprisleri nedeniyle almaktan kaçınanlar, şimdi her gün felaket bölgesine gidip, parayla çadır elektrik sattıkları insanlara nasıl 30 değil de 20 yıl vadeli konut satacaklarını anlatıyorlar, facia üstüne facia yani… ‘Aslanım’ sen yağmadan başka bir şey bilmez misin? Her şey para mı? Bu güzelim ülke, koca Osmanlı’yı bile çatır çatır batıran ulema sınıfının devamı olan İslamcı faşistler eliyle yerle bir edilmek zorunda mı? Hadi Osmanlı uleması halkı cahil bırakabilmek amacıyla Arapça harflerle matbaayı bile isteye 300 yıl geciktirecek bir ‘tıynet’i, ‘fıtrat’ı gösterebilmişti, sen ne yapıyorsun gözü dönmüş yağmanın yanı sıra, Kuran ezberletilsin diye gönderilen küçücük çocuklara tecavüz eden pedofilleri korumak, kadın cinayetleri sürsün diye İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak, ülkede yapılacak tüm ‘iş’leri, yüzde 20’lik 30’luk komisyonları ‘şak’ diye ödeyen iş bilmez çetelere vermek, eğitimi geriletmek, kızların okumasını onları zehirleyerek engellemek, üniversiteleri yağmacı rantçı kayyımlara devrederek yok etmek, görevi hayır yapmak olan kurumları en ilkel yağmacılıkla o kurumları bitirecek şahıslara 300 bin liralık maaş ödeyerek hem de, sunmak, çadırların yaşam mücadelesi veren depremzedelere yardım edenlere parayla satılmasına sevinmek, yangın söndürme uçaklarını, ormanlar cayır cayır yanarken, yok efendim depoları 4,9 ton su alıyormuş, aslında 5 ton alması gerekiyormuş gibi ihale numaralarıyla alanda bekletmek, onların yerine inanılmaz yüksek kiralarla (ve cukkalarla) getirilen uçaklardan medet (ve cukka) ummak, yangınlardan yeni yağma olanağı beklemek, en küçük bir eleştiride bulunanları hemen içeri tıkmak, altı yaşındaki kızını tekkesinin sözüm ona önde gelen otuz yaşındaki bir adamıyla evlendiren şahısla ilgili haberlere yayın yasağı getirmek, deprem felaketinden sonra, ilk iş olarak, akıl erdirilemeyen -aslında toplumsal canlılığı önlemeyi amaçlayan- üniversitelerin kapatılmasına ve öğrencilerin yurtlarından evlerinden çıkarılmasına karar vermek, ve de, bu arada, yani kaşla göz arasında, ülkenin en büyük petrol ve gaz dağıtım şirketine çökme anlamına gelecek uygulamaları başlatmak dışında?”

“Çok ama çok önemli bir görevimiz var artık…”

“Seçim güvenliği? Çok haklısın. Şimdi artık, muhalefetin liderliğinin bilgelikle belirlenmesinden sonra, en önemli görev, herkesin verdiği oya sahip çıkması, o oyun ilçe seçim kurullarına, oradan da il seçim kurullarına en sağlıklı bir biçimde iletilmesini sağlaması. Bu görevi de başarıyla yerine getirdikten sonra, aslında bu arada da, yine herkesin, amacına yürümesi, bir takım soytarıların sözcülüğüne razı gelmemesi gerekiyor. Dünyanın en güzel insanlarının yaşadığı dünyanın en güzel ülkesi, yağmacı istismarcı İslamcı faşizme, bu grubun yıkıcılığına bırakılmayacak kadar önemli. Aydınlığın, bu görevi en iyi biçimde yerine getirmesinin; tüm dünyaya, faşistlerin yenileceğini de göstermek, gezegenin gördüğü en güzel özgürlük istemi olan Gezi Direnişi’nin daha da güçlenerek ve politikleşerek sürmekte olduğunu anlatmak gibi bir sonuçları olacak…”

UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ! 

En başta deprem felaketine uğrayanları unutmayacağız. Felaket, hepimizin başına geldi. Bu felaketten, açıkça görülüyor ki, İslamcı faşizmin işlemez hale getirdiği ‘devlet’ aracılığıyla çıkılması söz konusu değil. Zaten, bazılarının, o da, yıkıma kadar, var olduğunu sandıkları devlet kavramını, kendi bildiğimiz gibi, dayanışmamızla, yeniden kurmamız zorunlu. Devlet, biz ne kadar büyük bir dayanışma içine girersek, o kadar, ve de, bizim istediğimiz gibi var olacak.  İmparatorluk batıran ulemanın en az onlar kadar cahil takipçilerinin yağma ve istismar aracı olarak değil. Hükümlü ve tutuklular arasında, hastalık, yaşlılık, engellilik, hamilelik, lohusalık ve çocuklukları nedeniyle acilen salıverilmeleri yasa emri olanların, en kısa zamanda tahliye edilerek insanlık onuruna yaraşır bir yaşama kavuşturulabilmeleri için sorumluların vicdanlarına seslenmek hepimizin görevi. Kadınların, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” başlığı altındaki eylemlerinin ne kadar önemli olduğu her geçen gün daha da güçlü bir biçimde kanıtlanıyor. Görevleri yaşatmak olan kadınlara, bu soylu savaşımlarında herkesin yardımcı olmasını sağlamak, hele de deprem koşullarında, çok büyük anlam taşıyor. Cumartesi Anneleri, canlarının akibetini, deprem felaketzedeleriyle dayanışma içinde, 937 haftadır soruyorlar. Boğaziçi Üniversitesi bileşenleri, dayanışmalarını, özgür, özerk, demokratik ve katılımcı; rantçı yağmacı kayyımlardan kurtarılmış bir öğretim istemiyle 61 haftadır gösteriyorlar. Gezi Davası’nın akılalmaz cezalarından sonra başlatılan Adalet Nöbetleri, deprem dayanışmasıyla genişletilmiş bir şekilde ve ülkenin birçok yerinde 47 haftadır tutuluyor. Ülke sevgisinin gereğini, cezaevi koşullarında bile yerine getirmekte olan Selahattin Demirtaş altı yılı aşkın bir süredir, toplumuna karşı olan sorumluluğunu büyük bir özveriyle ve STK’lar aracılığıyla sürdürmekten başka bir ‘suç’u olmayan Osman Kavala, beş yılı aşkın bir süredir rehine, sözleri, yazıları, haberleri paylaşımlarından dolayı tutuklanmış bulunanlar hala içerde ve İslamcı faşizm karanlığına karşı aydınlığın yürüttüğü onurlu mücadeleyi güçlendirip zenginleştiriyorlar…