Sizi Bir Yerden Tanıyor Gibiyim
Bir noktadan sonra imkansızlaşıyor ama hayatı belli ikilikler üzerinden okumanın verdiği kafa rahatlığını özlüyorum bazen. Bazen bu siyah bu beyaz, bu iyi bu kötü, bu sevgi bu değil, bu biz bu da onlar diyebilmek istiyorum. Gün içinde insan-ı kamilliğe beş on dakika mola verip kimselerin beni duymadığı bir yerde, kendi zihnimde hoyrat ve yüzeysel davranışlar sergiliyorum. Geri kalan dakikaları ise el yordamıyla bu tuhaf ihtiyacımın kökenine inmekle geçiriyorum. İndiğim yerde Türkiye politik tarihi “nerde kaldın, polisi aramak üzereydim” anlamına gelen pasif agresif bir yüz ifadesiyle beni bekliyor oluyor.
Anasınıfı öğretmenim Fatma Hanım’ı ilk kez sivil gördüğüm gün bizim ailenin bizlerden, öğretmenimin ise onlardan olduğunu öğrenmiştim. Hayatımın geri kalanında dünyayı bu pencereden görmem ümidiyle elime eciş bücüş bir biz ve onlar reçetesi tutuşturulmuştu. Ama ne tutuşturma. Bildiği yanıldığına yetmeyen aile büyüklerinden biri “Senin öğretmenin var ya Merve Kavakçı, kimbilir neler öğretiyor sana, almak lazım seni ondan” buyurmuştu. Halbuki öğretmenim altıma kaçırmama rağmen sevilebilir olduğum, ya da arkadaşlarımı dövmemem gerektiği gibi hala ara ara faydalandığım bilgiler ve şefkatler öğretiyordu bana. Yemeden içmeden çok nadir kesilirim ki bu çocukluğumda da böyleydi. “Benim öğretmenim Merve Kavakçı değil” diye dudak büzüp pilava bile el sürmediğim bir akşam kalmış zihnimde. Çocuk yapmak bu yüzden büyük kumar, neyin travma olarak yer edeceğini kestiremezsiniz. Bu travmatik olay sonrasında bir süre hayatı bu ikilikte gördüm. Sonra denkleme Doğruyolcu Müesser teyze dahil oldu neyse ki. Müesser teyzeyle oy istemek için kapımızı tıklattığı gün tanıştık. Bu anıyı yaşamak üzere evde tek başımaydım. Bana seçim eşantiyonu niyetine şahlanan at desenli bir eşarp hediye edip gitmişti. Onu bir yere koymakta biraz zorlandım. Biz gibiydi, bir yandan “onlar gibiydi” de. Başını o unicornlu eşarpla yarım örtüyordu. Fatma öğretmen gibi “Merve Kavakçı” değildi, ama halamlar gibi hiç değildi. Postmodern teori gibi bir kadındı, yoruma açıktı.
Bu iki figür dışında yanımda yöremde hep laik teyzeler oldu. Altın günlerinde onların kısırlarını yutup onların dünya görüşlerini sünger gibi emdim. Bir yazı uğruna kimseyi küstürmek istemem. Kendince en doğru yolu yürüyen tüm bu kadınlar bana hayata dair bazısı doğru bazısı yanlış vizyonlar ve birtakım süpergüçler bahşettiler. Onların sayesinde iç gösteren bir gözlüğüm oldu. Ben şehir ilçe ya da köy karmaşasının içinde tüm bu kadınları tanırım, hepsini teker teker gözlerim seçer.
İşte içlerinden bir tanesi. Efil efil likrali badisiyle yanımdan esip gidiyor. Adalet yürüyüşünden yorgun düşmüş ayakları, üst üste binmiş parmaklarını süsleyen muntazam ojeleriyle Hobi Dünyası’na doğru yürüyor dekupaj kağıdı, keçe, hazır kit goblen ve vernik sökücü almaya.
Ötekisi tur otobüsüyle ülkemizin bir yerine gidecek, kan şekeri düşmüş hemen teslim oluyor köşedeki simitçiden yayılan susam kokusuna, yerken dudağının üstündeki kırışıklar belirginleşiyor gördüğü bir arapça tabelayla kedere boğulması çok zaman almıyor. Ben geçiyorum önünden beni tanıyor, gururlu bir tebessümle göz gezdiriyor baldırlarımdan yayılan hararete. İşte diyor işte laik bir Türk kadınının baldırları bunlar, umut oluyorum laik teyzeye.
Bir diğeri benimle laflamak istiyor. Kafelerden birine oturuyoruz. Az şekerli türk kahvesi içecek sodayla, bense onda karşı konulamaz bir oralet ısmarlama isteği uyandırıyorum. “Oralet mi kaldı teyzem, her yer inşaat oldu” demek geliyor içimden. “Her daim ayık ve çağdaş olmak seni de yormadı mı, madem halk uyuyor bir kere de biz uyuyalım. Bak sen beni kendinden sayıyorsun ama bazı temel farklarımız var, mesela bence çalışmak erdem değildir ayrıca oğlunun mesleği kulağa çok sıkıcı geliyor” tadında çıkıntılıklar etmek çekiyor canım. Onun yerine olur diyorum kivili olsun oraletim, göbek bağımı Nutuk’un içinde sakladıklarından ve Odtü mezunu olduğumdan bahsediyorum. Laf olsun diye. Şahane gözlük ipini çekiştirip kırmızı çerçeveli gözlüğünü takıyor. Mevzileniyor. Ekran parlaklığı sonuna kadar açık telefonununu eline alıyor, kapkara haykıran puntolu Candy Crush bildirimleri arasından nakışlarını, bez bebeklerini, begonvilleri, oğlunu, torununu gösteriyor. Sonra gerçek hayata dair can sıkıcı bir detay mutlaka beni bu düşten uyandırıyor.
Hayat çoğunlukla sürprizsiz, kimsenin eski tadı yok ve bunların hiçbiri yaşanmıyor. Zorlasam yaşanabilir aslında, ama kim uğraşacak. Neticede ben onları tanıyorum, ama onlar beni tanımıyor.