Siz hiç bir öcüyü beklediniz mi? Ben bekledim. O; benim yıllarca en iyi arkadaşımdı, sırdaşımdı; beni sevip gözeten, kim olduğunu bilmesem de hep yanımda olduğunu hissettiğim biriydi. Beni en iyi o anlardı. Sanki iletişimimizin ilahi bir tarafı da vardı. Yaptığım her kötülükten haberi olurdu, her iyilikten de; Tanrı gibi.
Doğum günlerimde en afili hediyeleri hep o alırdı. Hiçbir zaman Barbie istemedim, sevmedim, denedim ama yapamadım. Bir noktadan sonra, pembe rengi sevmeyi de kendimi genelde sevilen şeyleri sevmeye zorlamayı da bıraktım. Bütün bunlarda Öcü’nün payı büyük. Uzaktan kumandalı arabam ya da küçük bir akülü arabam olmasını büyümek kadar istediğim bir yıldı. Bir paket geldi Öcü’den. İçinde ilk uzaktan kumandalı arabam vardı. Pilini bitirene kadar uyumadım, manevra kabiliyetimi arttırmaya çalıştım saatlerce. Öcü’ye teşekkür etmeye gittiğimde, uzaktan kumandalı arabayı nasıl sürdüğümü görsün istiyordum. Ama annem “Öcü seninle sen 18 yaşına geldiğinde tanışabileceğini söyledi. Tanışmaya ancak o zaman hazır olacağını düşünüyor.” dedi. Yıkıldım, yine de yılmadım, merak etsem de bekledim. Sonuçta Öcü bir karar vermişti, bana nokta atışı hediye alan biri elbette benden fazla şey biliyordu, sorgulamadım.
Yıllar geçtikçe dostluğumuz sağlamlaşsa da eskimeye başladı. Artık çok sık haber almıyorduk birbirimizden. Ama hep biliyordum, onun orada olduğunu ve beni gördüğünü. Su gibi olmasa da bir şekilde akan yıllar beni on sekiz yaşıma getirdi. Öcü’nün kim olduğunu öğrenme zamanım geldi. Annem “Kardeşin de reşit olsun, öyle söyleyeyim. Sen erken öğrenirsen ona söylersin, Öcü de küser.” dedi. Haklı, kesin söylerdim. İnsan kendini az da olsa tanıyor reşit olunca. “On iki-on üç yıl beklemişim, üç yıl daha beklerim.” diye düşündüm. Öcü’yü sabırla bekledim, ki erken doğan biri için sabırla beklemek zordur. Onu en çok kardeşimin doğum günlerinde andım. Sakladığım hediyelerine baktım. Kim olduğunu, nasıl göründüğünü tahmin etmeye çalıştım; hayaller kurdum. Üniversite falan derken üç yıl beklediğimden çok daha hızlı geçti. Öcü’yle tanışma zamanı, yıllarca beklediğim an, geldi. Kendimi hazırladım, anneme o malum soruyu sordum: “Öcü kim?” Annemin cevabı kahkahalarla karışık “Öcü diye biri yok, hediyeleri ben aldım. Sizinle ilgili şeyleri de öğretmenlerinizden öğrenip Öcü söylemiş gibi yaptım.” oldu. Koca bir hayal kırıklığı. Kandırıldım, kandırıldık. Hikayenin aslı şu: Öcüyle korkutulan küçük İrem bu korkuyu abartınca annesi yukarıda yazılan yolu bulur. Yıllarca öcülerin salt kötü değil, iyi de olabilecekleri üzerine vaazlar verir. Böylece öcü korkusunun yerini öcü sevgi alır.
Baştaki niyet iyi, orası kesin. Ya sonrası? Bekleyerek geçen onca yıl? En iyi arkadaşlarıma -gerçek küçük insanlar- “Benim en iyi arkadaşım Öcü!” deyip onları küstürdüğüm zamanlar? Öcü’nün ne yaptığımı görmesinden çekinip vazgeçtiğim yaramazlıklar? Peki ya uzaktan kumandalı arabam takılmasın diye tek başıma kenara çektiğim koca halılar? Hepsi boşuna mıydı? Bunların cevabını bilemeyeceğim. Neyse ki yirmi bir yılın sonunda zor yoldan da olsa bir şeyi öğrendim: Öcü diye bir şey yok ve o Öcü gelmeyecek!
Bu şiir* benden tüm öcülere gelsin:
Ne öcüler sevdim zaten yoktular
Siyah giyerlerdi karanlıklarla bir
Azıcık inansam sanki yanımdalar
Bıraksam korkudan altım ıslanır
Ne öcüler bekledim zaten yoktular
Böyle bir beklemek görülmemiştir
Yalnızlıklarımda elimden tuttular
Uzak fısıltıları içimi ürpertir
Sanki gökyüzünde bir buluttular
Nereye kayboldular şimdi kimbilir
Ne öcüler bekledim zaten yoktular
Böyle bir kandırılmak görülmemiştir
*Attila İlhan’ın “Böyle Bir Sevmek” şiirinden uyarlanmıştır.