“Sence, son dönemin en çok dikkat çeken gelişimi nedir?” Çağrı, soruma önce, gözlerime dik dik bakarak karşılık verdi, ağzını hemen ardından açtı:
“Çok ayıp! Tabii ki, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi duran sosyalistlerin, felaket sonrası halkla olağanüstü yoğun dayanışmalarının ardından sahaya çıkmaları! Ki, sosyalistler 12 Eylül’den bu yana, arada bir kısacık açıklamalarla henüz boğulmadıklarını, hava almaya çok sınırlı da olsa devam etmekte olduklarını belirtiyorlardı. Şimdi öyle mi ya! Hepsi, genci yaşlısı, başta kadınlar olmak üzere sosyalistler sahaya indi; vicdan, yürek ve umut getirdi! Çocuk ve kadın istismarcısı yağmacı İslamcı faşistler, o sınırlı yetenekleriyle de olsa, sonun geldiğini anladılar!”
“Acaba…”
“Ne acabası? Hiçbir şey yapamazlar oturdukları yerden biraz gürültü çıkarmak dışında! Söylüyorum sana ya, sosyalistler sahada artık! Bunlar, sosyalistlerin yanına, ancak, başka grupların saldırısından korunmak, yardım istemek ve devrimcilere sığınmak için gelirlerdi! Hep de böyle yaptılar. Ayrıca da, hiçbir zaman iktidara doğrudan gelmek istemediler. Bunların ağababaları, yani ulema, Osmanlı’da, sultanın kanatları altına sığınarak ve olağanüstü büyük bir ikiyüzlülükle eğitimi, bürokrasiyi, yargıyı kendi adamlarıyla, yani medrese mezunlarıyla doldurarak yollarını buluyorlardı. İlk kez doğrudan iktidara geldiler ve de, görüldüğü gibi, yaptıkları her şeyi ama her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar, bir büyük fiyaskodan öbür büyük fiyaskoya savruldular. Arada ceplerini inanılmaz, görülmemiş bir açgözlülükle doldurarak, ve de, bunun sürdürülebilir bir şey olduğunu sanarak yaptılar yağmalarını! Sanki Osmanlı dönemindeler de, bir coğrafyaya gelmişler de oradaki her şeyi yakıp yıkacaklar yağmalayacaklar ve sonra da bir başka çoğrafyaya, o küçük gördükleri ama devletin sahibi olduklarına inandırdıkları Sünni Türk erkeklerinin savaşçı gücüyle saldırarak aynı şeyleri yapmaya devam edecekler!”
“Ve de, savaştırdıkları, yani çağımızda yanlarına çekmeye çalıştıkları insanlara imar aflarıyla mezarlar sunacaklar…”
“Mezar konutlar, bunların yaptığı hangi işten hayır gelmiş ki…”
“Çok yalan söylüyorlar…”
“Bunlar, sadece yalan söylerler! Bunlar, Allah bir derken bile dediklerine inanmazlar. Öyle bir özellikleri olsa, kendilerine Kuran ezberlesin diye emanet edilmiş erkek çocuklarına tecavüz ederler mi, altı yaşındaki kızlarını, tekkesinin sözüm ona önde gelen bir adamıyla evlendirirler mi, bak söylerken bile tüylerim diken diken oluyor, ya, altı yaşındaki küçücük kızını, hangi yaratık, bir başka yaratıkla evlendirir, var mı bunun bir örneği?”
“Örneği mi? Nerede olsun? Felaketlerde insanların yardımına gitmekle görevli olan bir kuruluşun, aradaki bir yardım kuruluşuna parayla, hem de ‘kazanç’ elde ederek çadır satmasının başka bir örneği olabilir mi? Nerede? Depremzedeler için konut yapılacak, depremzedelere satılacak! Satış işlemi yapılacak yani, depremzededen para alınacak, karşılığında ona konut verilecek! Üstelik de, bu ‘iş’ yine aynı, o bilinen komisyoncu inşaat çetelerine verilecek! Ayıp, utanç, rezalet kavramları bunların yanından geçmemiş! Depremzedelere yardım edeceğiz diye, depremzadeleri kolluyorlar. Depremzede, deprem felaketiyle karşı karşıya kalmış, sevdiklerini, varını yoğunu kaybetmiş, depremzade de, bu olağanüstü acının üzerinden o kahrolası kasasını para ile dolduracak! Felaketten çıkar sağlamak için, öyle, göstermelik iki dekorla düzenlenen temel atma törenleri gibi ‘müjde’lerle de kendilerini temize çıkaramazlar!”
“Evet, muhalefet kanadındaki son sorunlar da artık çok kısa bir süre içinde çözülmek zorunda. O ünlü ve uğursuz İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminde, sosyal demokratların iki adayla seçime girip de aradan şahsı hem de çok küçük bir oy oranıyla seçtirmelerine benzer bir olasılığın ne gibi sonuçlar doğurabileceği çok açık! Böyle bir sonucun altından bak çok açık söylüyorum, hiçbiri ama hiçbiri kalkamaz! Herkes aklını başına alacak! Aksi halde, bilmem kaç yıllık geleceğimizi İslamcı faşistlere hediye etmiş oluruz; istismar, yağma ve hırsızlık yapmaya devam etsinler diye!”
“Kesinlikle. Ben, bilge liderliğin bu sorunun üstesinden de geleceğini sanıyorum, böyle olacağını umut ediyorum…”
“Başka çare mi var? Tabii ki öyle olacak, halkın siyasallaşması o kadar yükseldi ki, bu abukluk biraz daha sürerse, gelecek tepkilere dayanamazlar… Sorun çok açık: Ya İslamcı faşizm karanlığı ya da aydınlık!”
“Neyse ki sahaya inildi artık, bundan sonrasını el birliği ile tamamlayacağız…”
UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ!
Felaketzedelerle örgütlü dayanışmanın gevşetilmemesi, hatta artırılması, insanlık görevi. Tutuklu ve hükümlülerden, sağlık, yaşlılık, engellilik, hamilelik, lohusalık, bebeklik ve çocukluk nedenleriyle yasa gereği acilen salıverilmesi gerekenlerin bir an önce tahliye edilmeleri için sorumluların dikkatlerini usanmaksızın çekmek de insanlık görevi. Kadınlar, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” başlığı altındaki çok kapsamlı eylemlerini, 6284 Sayılı Yasa’nın kaldırılması niyetlerine karşı direnişle genişletiyorlar. Cumartesi Anneleri gözaltında ‘kaybedilen’ canlarının akibetini 939 haftadır soruyorlar. Boğaziçi Üniversitesi bileşenleri, özgür, özerk, demokratik ve katılımcı; yağmacı rantçı kayyımlardan kurtarılmış bir öğretim için 116 haftadır eylemdeler. Gezi Davası’nın akılalmaz cezalarından sonra başlatılan Adalet Nöbetleri, ülkenin her yanında 49 haftadır tutuluyor, Demirtaşlar Kavalalar sözleri yazıları haberleri paylaşımlarından dolayı tutuklananlar hala rehine ve en olumsuz koşullarda bile İslamcı faşizme karşı aydınlığın savaşımına onurlu katkılarını sürdürmeye devam ediyorlar…