Gerçekler ve yalanlar
Sosyal medya tüm dünyada iletişim kavramını değiştirdi. Sözüm ona bir imam var örneğin, sık sık bu mecralarda görünür olan. Histerik ve manik altyapısı olan söylemlerle öne çıkıyor. Kah “Hz. Muhammed, Meryem ile evlenecek cennette,” kah “Namaz kılmayan ya da oruç tutmayana sopa çekmek dinin gereği,” diyor. Bazen kamusal alandaki kadınları et olarak gördüğünü söylüyor, bazen “Hilafet makamını geri istiyoruz” diyor. Bu tür varlıklar eskiden de yok muydu? Vardı elbette. Ancak örümcek misali kendi karanlık, izbe yerlerinde yaşarlardı. Bu ülkenin pırıl pırıl aydınlık gençlerini ağlarına düşürürler ve bu avlarla beslenir yaşayıp giderlerdi. Şimdi öyle mi? Her konuda bir söz söyleme gereği ve hakkı duyuyor. Üstelik bu sözlerinin İslam’ın sözü olduğunu iddia ederek söylüyor. Başka türlü bu saçma sözlerle kendisinin ciddiye alınmayacağını biliyor tabi! Bu tür görünür olmanın kötü tarafı ise çapsızlığın ve zavallı oluşun geniş kitlelerce görülmesi ve aslında alay konusu olması ile sonuçlanıyor. İslam, dünyada geniş coğrafyaya ve kitlelere yayılmış, tarihe gömülmemiş ayakta kalabilmiş bir din ve kültür. Ne kadar büyük bir din ki bu zavallılara rağmen hala saygın.
Benzer çok örümcek var. Başörtüme laf etti diye sıradan vatandaşı hedef gösteren muhabir ya da sokak röportajı sırasında vatandaşın cevabını beğenmeyip onu aşağılamaya kalkan vs… Say say bitmez ve de son yıllar örümcekleri karanlıktan çıkarıp kendilerini Spiderman benzeri süper kahraman sandıkları ucube bir dönem.
Batılılar ne yaptı sahi bu örümcekleri? Önce İŞİD bataklığını oluşturdular Orta Doğu’da. Sonra da içlerindeki çoğu örümcek ve sineği bu bataklığa yönlendirip ölmelerini sağladılar. Bizdeki anayasal vatandaşlık muhabbetleri var ya işte Batılı için bu kavramlar da aslında hikaye. İmkanı varsa dönüştürmek için uğraşmıyorlar! Çoğu vasıfsız ne de olsa. Hem topluma kazandırmanın da bir maliyeti var. Değmez diye düşünüyor olmalılar.
Bunlar her şeyi İslam ile yorumlamaya kalkıyorlar. İslam’ı bilmedikleri, bilim, kapitalizm gibi dünyada yeniliklerini ortaya çıkaran güçler halkında bilgi sahibi olmadıkları için sürekli çuvallayan ancak yine de alanlarını korumak adına saçma sapan konuşan insanlar. Kulaktan dolma, kerameti kendinden menkul şeyhlerin bilgileri ile İslam da bu kadar olur.
Zaten bunlar İtalya’da doğsa koyu katolik, Rusya’da doğsa Ortodoks, İsrail’de doğsa Netanyahucu koyu Yahudi olacaklardı. Karşımızda Kikegaard gibi bir filozof dindar yok sonuçta. Halbuki her dindar bir filozof kadar sorgulamalı da inancını. Yani toplumunun kabulleri diye bir temel üzerinden inanç oluşturamaz. İnsan sorgular, düşünür ve sonra inanır. Yoksa Kuran’ın kesinlikle af edilmeyeceğini bildirdiği şirk yani Allah’a eş koşma durumundan kaçınmak için her davranışlarına dikkat etmezler miydi? Oruç tutmayana ceza vereceksen bir tür Allah’a ait olan yetkiyi kullanmış ve şirk koşmuş olur muyum? Diye korkmaları gerekir. Ancak mesele gerçek anlamda İslam değil zaten bunlar için. Bunlar zaten mühendis, doktor, öğretmen olamayan vasıfsız, ezik tipler. Ülkede karanlık artınca daha da görünür hale gelen zavallılar.
Bizimle ortak sorunları olan filmler nedense ülkemizde hakettiği değeri görmüyor. İşte Rabia işareti ile Esma ile bir güruh tarafından deprem felaketinden bile fazla gündem olan, şimdilerde de tüm sözlerimizi yutarak tekrar bağ kurduğumuz zalim Sisi’nin Mısır’ından çıkan “Cennetten gelen çocuk” filmi buna güzel bir örnek.
Film bizim sinemacılarımızın yapamadığını yapma cesareti göstermiş ve iki şeyi vurgulayarak kalbimizi kazanmayı başarmış. Birincisi özünden uzak bir İslam anlayışının toplumun tüm kesimlerince kullanıldığı gerçeği ki bizim muhalifler de dahil her kesimde görüyoruz benzerini. İkincisi ise üretimin olmadığı çoğu az gelişmiş toplumun kaderi olan devletin ve bürokrasisinin her şeyi belirlediği gerçeği.
Film, polisiye tadında bir cinayet soruşturması gibi sunuluyor. Ancak katil aslında cinayeti soruşturan mekanizmanın kendisi. Yani cinayet bir adalet arayışı değil, sadece bir araç. Esas mesele dünyanın en eski İslam üniversitesi olan El-Ezher’in yeni yöneticisinin kim olacağına Devlet bürokrasisinin belirleme mücadelesi üzerine. Bunun için de sıradan gençler harcanıyor. Tıpkı bizdeki gibi! Fakir bir ailenin zeki çocuğu Adem’in bu kurtlar sofrasındaki öyküsü anlatılan. Bizimkilerin de ideolojik olarak yakın buldukları Müslüman kardeşlerin adayının olmaması için Adem’i kullanır sistem. Diğer taraftan samimi bir hoca olan kör şeyh ise cinayeti üstlenir. Toplumda saygınlığı ve ağırlığı olan bu hocanın tavrı da sistem için sorun olmaktadır. Çünkü şeyh sistemin yaptığının farkındadır ve basına açık mahkemede bunu ilan etmeyi amaçlamaktadır halka. Adem, görevi başarmazsa istihbarat tarafından işkence ile öldürülecektir. Bu yolda canını kurtarmak için, istihbaratın da desteği ile Müslüman kardeşlerin adayının yanına yerleştirilir. Ve onun genç hizmetçisi ile olan ilişkisini öğrenir ve bu bilgiyi kullanarak onu saf dışı bırakır. Yine de istihbaratın gazabından kurtulamaz çünkü kör şeyhi de itirafından vazgeçirmek zorundadır. Bunu da samimiyeti sayesinde başarır. Ve bizimkilerin eski zalim Sisi’nin istediği aday kazanır.
Bizimle benzer özelliklere sahip bir ülke olan Mısır’dan bizdekilere benzer bir öykü! Filmde Adem’in sıradan sandığı herkesin devletin kliklerinin adamı olduğu gerçeğini görünce yaşadığı şaşkınlık görülmeye değer.
Bizde idam edeceğini söyleyip meydanlarda ip atanlar, Siyonist uşağı diyenler, Harun gibi geldiler Karun gibi oldular diyenler, 2002 seçimlerinin Cem Uzan’ı misali 2023 model taş çatlasa yüzde beş oyu olan sosyal medya fenomeni olacakken CB adayı olanlar vs vs.
Şeffaflık yok. Yalan gırla, utanma yok. Uçurumdan düşüp yürümeye devam eden Tom ve Jerry gibi bedel ödemeyen, utanması olmayan çizgi film karakterleri bir tarafta diğer tarafta ise doğru bildiğini söylediği için hapishanelerde yatanlar, ölenler vs.
Bizim gibi az gelişmiş ülkelerde kimi çizgi film karakteri gibi hep yola devam. Kimileri de dram filmleri misali acılar ve gözyaşları, ölümler ile devamsız yazılıyor. Bizi ülke olarak ayakta tutanlar ise emin olun ikinci grup. İyi ki varlar.