Ölüm Gerçeği ile Yaşamı Kutsamak – İkuru Film İncelemesi

Cropped Kucors.jpeg

Bazı filmler var, o kadar çok seviyorum ki üzerine yazmaya cüret edemiyorum. İdeal bir zamanda, hakkını vermeye en yakın şartlarda yazarım diye erteliyorum. Çünkü bu kısa yazılarda ve yoğunlukta konu edinmenin bu filmlere saygısızlık olacağına inanıyorum. Çünkü bu filmler sinemaya saygı duymamı, sevmemi sağlayan başyapıtlar. İşte büyük Japon usta Akira Kurosowa’nın “İkuru-Yaşamak” filmi bunlardan biri.

Oliver Hermanus bu filmin uyarlamasını çekme cüretinde bulunmuş. Bu büyük bir meydan okuma. Elbette adı üstünde bir uyarlama bu film. Öncelikle uyarlama üzerine birkaç söz söyleyelim.

Uyarlanmaya değer bir filmin özelliği ile başlayalım. Neden zaten başarılı olmuş bir film yeniden uyarlanır ki? Yakın zamanda örneğin yabancı dilde Oscar’a aday olan “Ove Adında Bir Adam” ya da “The Guilty” gibi İskandinav kökenli filmler hem yenilikçi senaryoları ile hem de ortak dertleri nedeniyle ABD uyarlamaları çekildi. Daha geniş kitleye İngilizce versiyonu ile ulaşmak ve ABD için de dert olan sorunları uyarlamak filmin daha çok kabul görmesi için mantıklı gerekçeler.

Ancak “İkuru” bir Japon filmi ve 1950’lerin Japonya’sından bir film. Öyle sinema ile az çok ilgilenen herkesin de bildiği bir başyapıt. Yine de çekme gereği duymuşlar. Hiç yoktan asıl filmi tekrar gündeme getirmesi açısından bile değerli elbette.

Ancak “İkuru” günümüz dünyasının göçmen karşıtlığı, küreselleşme gibi dertlerinin ötesinde bir film. Coğrafyanın ya da dönemin çok çok ötesinde. İnsan varoluşuna dair bir film. Belki yüz yıl sonra küreselleşme, göçmenlik gündem olmayacak ancak “İkuru”nun “İnsanın ölüm gerçeği karşısında yaşama dair anlattıkları” hep hatırlanacak ve varlığını koruyacak.

En büyük şekilsel eksiklik 1950’lerin İngiltere’sine aktarırken konuyu birebir uyarlamaya çalışması. Filmin başrolü olan ölümün gerekçesi örneğin Akira Kurosowa’nın yaşadığı zamanlarda mide kanseriydi. Çünkü mide kanseri Japonya için sık görülen, önemli bir toplum sağlığı meselesi. O kadar ki hala günümüzde en büyük mide kanseri cerrahisi uzmanları Japon’lardan çıkar. Ancak İngiltere için bu hiçbir zaman Japon’lar gibi bir mesele olmadı. Akciğer kanseri olabilirdi örneğin İngiliz uyarlamasında.

Diğer taraftan filmde bürokrat olan başrolün tipik doğulu toplum göstergesi olan ‘memur zihniyeti’ yani işleri sallayan, öteleyen tavrı orijinal filmde biriken dosyalarla gösteriliyordu. Her ne kadar dönemin Japonya’sı bilim ve teknolojide hızlı gelişmeler kaydetmiş olsa da bu bir süreç neticesinde olmadığından dolayı elbette bu tür bir şey beklenebilir. Ancak endüstrileşmenin ve bilimin başat ülkelerinden İngiltere’de bu tür bir durumun yaşanması mantığa aykırı. Tabi muhtemelen Nobel edebiyat ödüllü Japon asıllı İngiliz senaristi risk almaktan kaçınmıştır. Ne de olsa sinemanın bir tür kutsal eserini uyarlamaya çalışmakta.

Uyarlamalarda evrensel özü tekrar aktarmak esas olsa gerek. Bunun içinde orijinal eserin tüm yerel kodlarını yıkmalı. Öze ulaştıktan sonra da yeni çekileceği yerin yerel kültürü bu özün üzerine bir elbise gibi geçirilmeli. Bunları yapmış mı bu film? Bence yeterince değil.

Ancak şekilsel zaaflardan daha kötü bir eksiği var. Filmin özüne dair hatalar bunlar. Burada da yönetmenin beceri eksikliği ön plana çıkıyor. Çünkü, Kurosowa’nın filmini izledikten sonra insan yaşama sevinci ile doluyor. Neden? Filmin daha en başından başrolün kanser olduğunu ve öleceğini bildiğiniz, sonlarına doğru da öldüğü bir filmde insan neden yaşama sevinci duyar ki? Çünkü, Kurosowa filminde bir karaktere söylettiği gibi hepimiz bir gün öleceğiz gerçeğini vurguluyor. Kanser ya da başka bir neden olmasının ne önemi var? Burada kanseri, ölümün yakınlığının farkındalığı için kullanmış zaten. Başrol kanser olduğu için bohem bir hayat, arabesk bir tavır ya da gününü gün etme çabası içine de girebilirdi. Ancak o rüzgarda bir yaprak misali salınmayı seçmiyor.

Karakter ölüm gerçeği karşısında yaşam enerjisi ile doluyor. Yani, Akira usta ölümü değil yaşamı kutsuyor. Ve en kritik yaptığı şey de ölümün bile ötesine geçen üretim ve bir şeyler üretmek, geride bırakmak üzerine yoğunlaşıyor. Ve film bitince başrolün ölümü başka bir yaşam varlığına dönüşüyor. Seyirciyi kendi yaşamını düşünmeye ve bu tür bir seçenek hakkında çaba sarfetmeye davet ediyor.

Orijinal filmdeki Takeshi Shimura’nın muazzam oyunculuğu ders niteliğinde. Akira’nın yönetmenlik becerisi de öyle. Çünkü ikisi de optimuma ulaşıyor. Çok büyük oynanarak esas fikrin önüne geçebilecek bir oyunculuk yerine başrolde Shimura’nın değil ölüm karşısında yaşamanın değeri fikrinin olduğunun bilincinde bir tavır ile her şey yapılmış. Müzik seçimi, yaşanan olaylar her şey buna hizmet ediyor.

Oysa İngiliz versiyonunda “The Rowen Tree” şarkısı da Bil Nighy’nin dozunu aşan oyunculuğu esas başrol olan fikirden rol çalıyorlar. Sonuçta film karaktere ve onun ölümüne odaklanıyor. Ki bu da filmi bana göre başarısız yapıyor. Çünkü esas olan fikirdir, hissiyattır. Sinemada zaten bu amaç uğruna kullanılan oyunculuk, müzik, kamera vs kullanımından ibaret değil midir?

Hepimizin öleceği tartışmasız tek gerçek. Hatta tarihimizde olduğundan çok çok daha öte bir şahsiyete bizdeki muhafazakar soslu kapitalistlerin öne çıkardığı, tarihimizdeki en önemli lider diye ortaya çıkardıkları Abdülhamit’in bile öldüğü gerçek. Ancak kurduğu Cumhuriyetin üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen Atatürk gerçeğini yok etmek için liberalim, muhafazakarım hatta sosyalistim diyeni bile uğraştı ancak Atatürk gerçeği hala ayakta. Ancak Mustafa Kemal hala yaşıyor. Fikri ile yaşıyor. Onu öldürmeye çalışanların düştükleri haller ise içler acısı. İşte ülkenin düştüğü karanlık ortada. Geçen haftaki yazıda belirttiğim gibi ortalıkta örümcekler dolaşıyor. Bu da karanlığın en bariz kanıtı değil mi? Ancak insan bir kez bile aydınlığı gördüyse her daim onu arıyor. İşte 100 binin üzerinde insanımız ölmüşken susanlar hatta reklamını yapan örümcekler seccade kutsallığı üzerinden kafalarını çıkarabiliyorlar. Örümcek bu, utanması olmaz anlıyorum da hiç mi insanın ruhuna yaratıcının üflediği gerçeğinden de haberin yok!

Kutsal olan sadece ve sadece insandır. Gerisi yaradan üzerinden rant devşirmeye çalışan, insan üzerinde tahakküm kurmaya çalışan zavallılardan ibarettir.