“Nedir şimdi?”
“Devam! Ne yani, bir oy verince tüm sorunların çözümleneceğini mi düşünmüştün? Evet, bir oy önemli, ama, verili koşullarda, 6,7 milyon ‘fazla seçmen’ varken, hangi seçimi kazanabilirsin ki? Kadınların yerine oy kullanmaya ‘alışmış’ hem de azımsanmayacak sayıdaki şahıs, ne yapabilirdi, tabii ki şahsa yönelirdi, öyle de oldu. Buradaki önemli sorun, muhalefet partilerinin bu durumu neden dile getirmedikleri. Bu da, bizi aşıyor açıkçası. Ne yapabiliriz, işimize bakacağız, kendimizi geliştireceğiz, yaşam alanlarımızı koruyacağız ve de elden geldiğince soluk alabileceğimiz ortamları geliştireceğiz. Ayrıca da, dünyada artık herkes böyle yapmak zorunda, koşullar öyle.Tüm gezegende kaos; sürekli mücadele, daha çok Merve Dizdar!”
“Yılmak yok diyorsun…”
“Ne yılması, kötülüğün, karanlığın üzerine üzerine gideceksin! İstismarcı yağmacılık, İslamcı faşizm, yaptığı her ama her işi yüzüne gözüne bulaştırarak, başarısızlık üstüne başarısızlık sergileyerek, tıpkı Osmanlı’daki ulemanın yaptığı gibi, yediği kabı pisledi, şimdi bir zahmet bu pisliği kendi temizleyecek! Bu iş, sanıldığı kadar, yani, kadın öldüren herifleri ‘iyi hal’leri nedeniyle sokağa salıp ‘iş’lerine devam etmelerini sağlamak, Kuran kurslarına metin ezberlesinler diye gönderilen erkek çocuklarına tecavüz edenleri en kısa sürede tahliye etmek, altı yaşındaki kızını tekkesinin otuz yaşındaki bir adamıyla evlendiren şahısla ilgili yargı sürecine yayın yasağı getirmek, her işi, yağmayı, komisyona bağlanmış küçük ortaklara keyfi olarak sunmak, bu ortakların yaptıkları işlere geçiş, yolcu, hasta garantisi vermek kadar kolay değil!”
“İnsanların yaşama sevinci…”
“Anlatıyorum ya, İslamcı faşizmin en büyük amacı, insanların içindeki yaşama sevincini öldürmek. Buna izin vermeyeceksin, yaşama sevincini her gün yeniden üretip yoluna, nereye varmak istiyorsan oraya doğru devam edeceksin, emek vereceksin, kendini geliştirip amaçladığın hedeften şaşmayacaksın! İnsanların, hele de gençlerin yaşama sevincini öldüremezler, onları, kendi tetikçileri gibi ‘öbür dünyada yaşamak’ için bu dünyadan umut kesmeye yönlendiremezler!”
“Yurt dışındaki seçmenler de bir tuhaf…”
“Tuhaf değil, ezik ve zavallılar! Bulundukları ülkeye hiçbir zaman uyum sağlayamayacaklarını bildiklerinden, yaşamlarını, yine hiçbir zaman tam anlamıyla dönemeyecekleri hayali bir ülkede sürdürebileceklerine kendilerini kimlikleri üzerinden inandıran en dinci, milliyetçi, şoven sese kulak veriyorlar. Bulundukları ülkelerde sosyal demokratları seçiyorlar, kendi ülkelerine ise İslamcı faşizmi uygun görüyorlar!”
“Çok acı.”
“Ama gerçek.”
“Bu belayı getirenleri bir türlü unutamıyorum…”
“Unutamazsın! Bu belayı getiren büyük sermayeyi kim unutabilir? Bela’nın adını koyup, önce siyasal partilerin, bürokrasinin, ordunun üst kesimini bu suça ortak ettikten sonra da Batı’ya pazarlayanlar, acaba, kendi kendilerini, yaptıkları olağanüstü hatayı unutabiliyorlar mı sanıyorsun? Ama artık iş işten geçti onlar için de. Ekonominin geldiği durum ortada. Kaynak yok. Kalan kaynaklar da, büyük sermayede var. Yağmacılık, bu durumda ne yapar?”
“Onların da varlıklarına el koyar…”
“Bildin! Hem de hiç acımadan, onları da ana doğurmuş demeden!”
“Bir de onlara üzülelim mi ki…”
“Asla! Sen kendi işine bakacaksın. Kendini geliştireceksin, amaçlarına en iyi, en yetkin bir biçimde ulaşmaya çalışacaksın, bu arada da, yaşam sevincini her gün yeniden üretmeyi unutmayacaksın!”
UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ!
Gezi Direnişi on yaşında. Bu on yılda, hiçbir şey olmadıysa, iki kişiden biri, İslamcı faşizme karşı durmayı öğrendi. Bu, yapılan baskılara, uygulanan kısıtlara, hepimizin bildiğimiz diğer bir dizi adaletsizlik ve haksızlığa, yalana dolana karşın olağanüstü büyük bir başarı. Gezi Direnişi’nin izlerinin gelecekte çok daha belirgin bir biçimde görüleceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Depremzedelerin büyük sorunları, zamana bırakılarak unutturulmaya çalışılıyor. Biliyorlar ki insanlar acılarını yüreklerinden taşırarak yaşam mücadelesine zorunlu olarak girişecekler ve görevi onlara yardım etmek olanların bir şeyler yapmalarını beklemeden işe koyulacaklar, yaralarını sarmaya çalışacaklar. Öyle de oluyor. Geriye, toplum olmanın koşulu olan örgütlü dayanışmanın getirdikleri kalıyor. Tutuklu ve hükümlülerden, hastalık, yaşlılık, engellilik, hamilelik, lohusalık, bebeklik ve çocukluk nedenleriyle yasa gereği salıverilmeleri zorunlu olanlarla ilgili kararların hızlandırılması için uğraşmak, insanlık görevi. Kadınların, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” başlığı altında yaşama düşman uygulamalara karşı sürdürmekte oldukları savaşım, 6284 Sayılı Yasa’nın kaldırılmasını isteyenlerin daha da saldırganlaşmalarına karşı mücadeleyle genişliyor. Cumartesi Anneleri-insanları, gözaltında ‘kaybedilen’ canlarının akibetini, 948 haftadır, gözaltına alına alına soruyorlar. Boğaziçi Üniversitesi hocaları, özgür, özerk, demokratik ve katılımcı; yağmacı rantçı kayyımlardan arındırılmış bir öğretim için 125 haftadır sıcak soğuk demeden direniyorlar. Gezi Davası’nın akılalmaz cezalarından sonra başlatılan Adalet Nöbetleri, yurdun her yanında 58 haftadır tutuluyor. Ve de, Selahattin Demirtaş yedi yıla, Osman Kavala altı yıla yakın bir süredir tutsak. Sözleri yazıları haberleri paylaşımlarından dolayı tutuklanan ve aralarında çok sayıda çocuk da bulunan insanlar hala içerde. Tüm gezegenin aydınlığı için her gün, her saat karanlığa karşı mücadele anlamına geliyor…