BEKLENMEYEN HEDİYE – Can Güzel

Ekİn İrem (2)

Selam sevgili okur! Bugün birlikte doğum günümde bana gelen hediyelere bakacağız sırayla. Sende bu yazıyı okuyup bir hediye göndermek istersen, doğum tarihim 4 Şubat ama kimlikte 15 Ağustos olarak kaydettirmişler. Arada geçen bu inanılmaz zaman neden var diye sorduğumda, ev ahalisi yüzüme uzun ve donuk bir ifadeyle bakıp hiçbir şey söylemiyor. Sanırım bir kahramanlık yapmamı beklediler, fakat baktılar ki ben Ortadoğu coğrafyasında hiçbir şey yapmıyorum. Onlar da beklemedi artık. Zaten düz bir insanım ben. Hatta düz insanlar toplansa, Yalta Düz İnsanlar Konferansı yapacak olsalar, ben konuşmacı seçilirim. Konuşmada ise dünya barışı, ekolojik denge veya Mehmet Şimşek’in ekonomi politikalarından bahsetmek yerine, yine dümdüz bir şey anlatırım sahneden. 

Neyse, bugün anlatacağım konuya dönelim. Hatırlayabildiğim doğum günü hediyelerimi yazacağım. Bazılarını ben zorla ağlayarak aldırmışım, bazıları ise alınmasa da olurmuş. İlk hediye Amerikan başkonsolosluğunun oradaki oyuncakçıdan aldığım asker oyuncağı. Bunun fiyatının çok pahalı olduğunu hatırlıyorum, bu yüzden annem almamıştı ama teyzem beni kırmayıp almıştı bu hediyeyi. Yaşım büyüdükçe, bu hediye giderek garip bir hal almaya başladı. Yatağımın hemen karşısındaki dolabın en üstünde duruyordu ve ona her baktığımda artık Vietnam’ı hatırlıyordum, Irak’ta bombalanan hayatları hatırlatıyordu bana. Bir gece uyanıp arkasını çevirdim. Daha sonra kuzenim teknoloji tasarım dersi için bir bez bebek yapmış, ama kıyafeti yok diye ağlıyordu. Benim askerimin kıyafetlerini çıkartıp ona giydirdik, artık dolabın üstünde arkası dönük çıplak bir Amerikan askeri vardı. Muhammed Ali Clay bir, ben iki Vietnam’da yaptıklarının hesabını soruyorduk Amerika’ya. Sonra o asker kayboldu ve yıllar sonra geçen gün kömürlükte karşılaştık. İkiz kuleler saldırını izleyen Bush gibi bakıyordu. “Yankee go home” dedim ve sırtını çevirdim. Hemen yanındaki minik köpek oyuncağına gözüm takıldı. Çünkü bir diğer hediye, takla atan ve havlayan bir köpekti. Eminönü alt geçidinden geçerken görmüştüm bu teknolojinin gelebildiği son noktayı, hemen koşup elime almıştım. Hem havlıyor, hem takla atıyordu. Bir oyuncakta bu kadar sorumluluk çok fazla değil miydi? Sadece takla atsa veya sadece havlasa bile bence yeterdi. O köpeği Eminönü alt geçidinin bataklığından kurtarmalıydım. 50 lira olduğu için babam almadı ve cebimde 30 TL bayram harçlığım vardı Babam köpekle olan bağımı görecek ki veya Eminönü alt geçidinde yerlere yatarak ağlamamı. Üzerine 20 TL daha koydu ve bana o köpeği aldı. İsmini Canki koydum. Evimin neşesiydi Canki. Koyduğum yerden takla ata ata havlayarak gelirdi. Sonra 3-4 ay sonra birden takla atmayı bıraktı Canki, sadece havlıyordu. Daha sonra da havlamayı bıraktı, düz bir köpek oldu. Düz köpek Canki’yi de böylece kömürlüğe kaldırdık, şimdi Amerikan askerinin yanında öylece duruyor.

Bu yazıyı yazdıktan sonra kitaplıkta gözüme ilişen Ferhan Şensoy’dan “Kalemimin Sapını Gülle Donattım” kitabının hemen yanında duran “Mevlana’dan Hayat Dersleri” kitabıydı. Burhaniye Kitap Fuarı’nda arkadaşıma, “Hadi ayrı ayrı gezip birbirimize kitap hediye alalım” fikrini ortaya attıktan sonra bana aldığı kitap bu oldu. Ben ise ona “1984” kitabını almıştım. O okudu mu bilmiyorum, konuşmadık, ama Mevlana’dan Hayat Dersleri kitabının ben hiç kapağını bile açmadım. Çünkü kendimi henüz buna hazır hissetmiyorum. Mevlana, “Hamdım, piştim” falan diyor, ben henüz ham bile değilim. Düz adamım ben, unuttunuz mu yoksa? Ama kim bilir, belki bir gün o kitabın kapağını aralar ve derin sulara doğru açılırım.