“Nasıl olacak bilmiyorum ama, böyle olmayacak…”
“Sorunu tanımlayabilmek için boşuna tarihten alıntılar yapmıyorum; Bunlar, Osmanlı’daki ulema sınıfını dedeleri, başlangıçları olarak alıyorlar. Durumlarının, 19. Yüzyıl’ın başından itibaren de kötüleştiğini belirtiyorlar, son dönemi de yeniden doğuş olarak adlandırıyorlar. O zaman, ulema sınıfının ne olduğunu iyi bilmekten başka bir çaremiz yok. Ulema, Osmanlı’ya yönetici yetiştiren sınıfın adı. Ulema, alimin çoğulu. Alimler demek. Alim deyince de, fizik kimya biyoloji matematik ile ilgilenmiyorlar, din alimleri bunlar, Kuran’ı, devlet yönetme bağlamında yorumluyorlar. İşleri bu. Yargıya, eğitime, maliyeye ve ordu hariç tüm idari alanlara yönetici yetiştiriyorlar medreselerden. Medreselerde, Osmanlıca adını verdikleri ve Arapça, Farsça ve Türkçe dillerinin kural ve terimlerini keyiflerine göre karıştırarak oluşturdukları bir dil üzerinden eğitim veriyorlar. Osmanlı’da, halkın bizim şu anda konuşmakta olduğumuz dili konuştuğunu biliyoruz. Osmanlıca öğrenemiyorlar çünkü ulema, halka Osmanlıca öğretmek istemiyor. Osmanlıca’yı, sadece kendilerine özgü bir dil olarak, egemen sınıf çıkarı doğrultusunda kullanıyor, güç, para, daha çok para kazanmak için değerlendiriyor. Arapça harflerle matbaanın Osmanlı’ya gelişini bu nedenle üç yüz yıl (300 yıl) geciktiriyor. Bu hainliği yaparken de, el yazısıyla kitap çoğaltan hattatların işsiz kalacaklarını ‘gerekçe’ olarak kullanıyor. Tümüyle asalak bir sınıf. Osmanlı savaşarak yağma yapacak haldeyken yağmadan en büyük payı alıyor, artık yağma yolu kesildiğinde başlanan borçlanmadan da yine aslan payını kapıyor. Borç verenlerin istediği şekilde, ithalattan çıkar sağladığı için Osmanlı’yı bilinçle üretimsizliğe yöneltiyor ve imparatorluğun batışını böylelikle hazırlıyor. Sultanın koruma ordusu olan yeniçerileri çıkarlarına ortak ederek ticarete bulaştıran ve gerektiğinde isyan ettirerek kullanan da aynı ulema sınıfı. Ulema sınıfının ve kendilerine yararlı olduklarını öne sürerek adlarını verdiklerinin askere alınmadıklarını da vurgulayalım. Ulema, 19. Yüzyıl’ın başından itibaren iktidardan uzaklaştırılıyor ve son dönemde yeniden güç kazanıyor. İktidarı bırakmamak için de her şeyi yapıyor. Ulema dedeleri imparatorluğu batırarak gitti, bunlar da…”
“Belirli bir destekleri var…”
“Evet; eğitimsiz bırakılarak ezilmiş sömürülmüş savaştırılmış sünni Türk nüfusu Araplaştırarak, ‘İktidar biziz, sizsiniz,’ diyorlar ve onları, ülkenin sahibi olduklarına inandırıyorlar. Doktor dövdüğünü söyleyerek sevinenleri bu nedenle övüyorlar. Onları eğitimsiz bırakanlar sanki kendileri değilmiş gibi, bu kesimi eğitim görmüşlere düşman ederek bir de oylarını alıyorlar…”
“Yalan, dolan…”
“Doğruyu söyleyecek halleri mi var? Tıpkı Osmanlı’da yaptıklarını tekrarlayarak, ülkenin tüm kaynaklarını, güzelliklerini, tarihini, kültürünü, doğasını, bir daha bu coğrafyada yaşamayacakmış gibi yağmalayıp bitirenlerin, bir de kalkıp doğruyu söyleyeceklerini mi bekliyoruz? Oyunu desteğini aldığı yoksul kesimlerin Kuran ezberletilsin diye kurslara gönderilen erkek çocuklarına tecavüz edenleri koruyanların, altı yaşındaki kız çocuğunu tekkesinin otuz yaşındaki adamıyla evlendiren herif hakkındaki yargılamaya yayın yasağı getirenlerin, son derece haklı olarak boşanmak isteyen eşlerini öldüren adamları ‘iyi hal’lerinden dolayı en kısa sürede salıverenlerin, işlemekte olan devlet hastanelerini haince kapatıp donanımlarını şehir dışında kurulmuş özel hastanelere yağmalatanların, geçiş garantili yollar köprüler yolcu garantili havalimanlarıyla yandaşlarını, vergi ödeyenlerin katkılarıyla inanılmaz servetlere boğanların, Avrupa’nın en iyi havalimanları arasında yer alan havalimanını adından dolayı -bir pistini sadece devlet yöneticilerine ayırarak- kapatanların, aynı temel görüntüsünü çok sayıda açılışta kullanmayı marifet sayanların, kamu bankaları aracılığıyla oluşturulmuş yandaş medyayı kullanarak örneğin deprem felaketini unutturmayı başarı sayanların bir de kalkıp doğruları söylemelerini mi bekleyeceğiz?..”
“Bu belayı getirenleri unutamıyorum.”
“Asıl onlar kendi yedikleri haltı unutamasınlar! Bak göreceksin, kendi ulemalarının akıllarına uyarak bu belayı allayıp pullayıp Amerika Birleşik Devletleri’ne, Avrupa Birliği’ne, içerde de ordunun, bürokrasinin, siyasal partilerin üst kesimlerine pazarlayan büyük sermayenin pek yakında başına gelecekleri hep birlikte göreceğiz, bunu da buraya ıslak imzalı belgelemiş olayım!..”
UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ!
Deprem felaketi nasıl unutulabilir? Hangi vicdan böyle bir kötülüğü onaylayabilir? Önümüzdeki günlerde artık, nasıl sonuç vereceği önceden belli olan seçim benzeri hareketliliklere kapılmaktan çok, depremzedelerin yaralarının nasıl sarılacağına kafa yormakta ve bu yöndeki eylemleri geliştirmekte yarar var. Tutuklu ve hükümlülerden; hastalık, yaşlılık, engellilik, hamilelik, lohusalık, bebeklik, çocukluk gibi nedenlerden dolayı yasa gereği salıverilmeleri zorunlu olanlar hakkındaki işlemlerin hızlandırılması için sorumluları uyarmak bir insanlık görevi. Aydınlığın kadınları, üzerlerine düşenlerin çok çok fazlasını yapmaya her koşulda devam ediyorlar. Cumartesi Anneleri-insanları, gözaltında ‘kaybedilen’ canlarının akibetini 946 haftadır soruyorlar. Boğaziçi Üniversitesi hocaları, özgür, özerk, demokratik ve katılımcı; yağmacı rantçı kayyımlardan arındırılmış bir öğretim için başlattıkları eylemlerini 123 haftadır sürdürüyorlar. Gezi Davası’nın akılalmaz cezalarından sonra başlatılan Adalet Nöbetleri 56 haftadır tutuluyor. Demirtaş yedi yıla, Kavala altı yıla yakın rehine.