Oppenheimer İncelemesi – Kuçors Sinema Akademisi

Kucors

Biyolojik Yapay Zekalar Çağı

Ben de afili sözler söyleyebilirdim  sevdiğim ve saygın bir yönetmen olan  Nolan’ın filmi hakkında. Ancak bu köşede asla samimi olarak inanmadığım hiçbir şeyi yazmadım. Birilerine yaranma kaygım yok. Hatta sıradan insanlar hariç kimsenin ilgilenip ilgilenmemesi de umrumda değil. Bu köşe bireysel görüşlerimi, düşüncelerimi paylaşmaktan ibaret. Sinemanın akademiye ya da profesyonellik kalıplarına hapsedilmesine de hep karşı çıktım. Zaten mümkünde değil bu. Oluyor daha doğrusu olduğu var sayılıyor. Akademiler, profesyonel yazarlar, yönetmenler, festivaller, ödüller ve en nihayetinde de platformlar aracılığı ile mümkün değil dediğim şey gerçek haline dönüşüyor.

Sorun tam da bu kendini gerçekleştiren kehanette. Çünkü etkin bir başarı gibi görünse de aslında zayıf bir akıntının sistem tarafından yönlendirilmesinden ve akışı sistemin isteğinin belirlemesinden ibaret. Sistem bu doğal potansiyeli olan insanları kendileri bir şey başarmış ilüzyonu ile kandırıyor aslında. Doğal akışı olsa pek çok ağaca ve hayvana suyu ile katkı sağlayacak bu akıntı farkında olmadan ya da kabullenilerek sistemin HES’lerinin enerji üretmesine neden oluyorlar. Kendilerini, inandıkları değerleri, insanlığı yok eden, sömüren sisteme katkı sağlayan bir “araca” dönüşüyorlar. Günümüz entelektüelinin acı hali tam da bu!

Onlar artık kendi vicdanlarından gelen gerçek dertlerinin senaryolarını yazan insanlar değiller. Bu senaryoları kişisel tecrübeleri, yetenekleri ve birikimleri ile halka aktaran benim anladığım anlamda gerçek sanatçılar değiller. Bunlar yeteneklerini maddi imkanlar karşılığında sistemin emrine sunan birer araçtan ibaretler. Ve sanatçılar halka ait olurlar, sırtlarını topluma dayarlar. Patronlara ya da lobilere değil. İnsanlığa dayanmayan sanatçıların gideceği yer tarihin çöplüğünden ibaret. 

Sistemin papağanı olan sanatçılar sistem için bir tik atılmaktan ibarettir. Alın işte geçenlerde yaşadıkları dönende adları sıkça anılan iki yazar öldü. Oysa gerçek entelektüel ölmez, eserleri ile yaşar. Ancak bunlar toprağa girdikleri anda unutuldular. Neden? Çünkü hangi araç  işlevini yerine getirdikten sonra çöpe atılmaz ki? Sovyetizmin gölgesindeki Tarkovski ya da Amerikan kapitalizmini eleştiren John Steinbeck öldüler mi? Elbette ki hayır! Her gün eserleri ile fikirleri ile yaşıyorlar. Gerçek sanat samimiyet içerir, içten gelir ve aşk gibi ölümsüzdür. Yaşandığı anda anlaşılmasa da bazen kaybedince anlaşılır. Ama illa ki değeri bilinir. 

Sanatçı üretirken yaşadığı dünyadaki etkileşimleri esas alır ancak üretimi vicdanının berraklığından geldiği ölçüde güçlü olur. Şimdi siz bu zihniyetteki bir sanatçıya sipariş üzerine iş yaptırabilir misiniz? Sanatçının sipariş üzerine iş yaptığı, iç sesini sistemin istediklerini dikte ettiği ses ile bastırdığı zaman ne olur? Elbette biyolojik bir makinaya, araca dönüşür. Mafyanın tetikçiliğini para karşılığı yapan birinden farkı kalmaz. Hatta daha kötüsü olur. Tetikçiler karanlıkta ve şöhretten uzak yaşarlar çünkü. Bunlar ise mafyavari sistemin vitrindeki ‘saygın’ tetikçileridirler. Sistemin kendisini bu vitrin tetikçileri sayesinde yapmasını kendi başarıları sanırlar. Oysa onlar her araç gibi ‘kısa süreli kullanılan araçlardan ibarettirler’ Bir araçın  önemi ihtiyaçtan gelir. Şanslılar ki kapitalist sistemin sürekli s..tığı gerçeği bunlara ihtiyacı daim kılıyor. Ancak hep de aynı aracı  kullanmak elbette  olmaz. Ondan dolayı da bunların itibarları da uzun sürmüyor. İtibarları insanlara değil sisteme bağlı olduğundan dolayı.

Netflix’in yapım mantığı misali. Bir yaratıcı var. Bu siparişten sorumlu olan yani patrona karşı birinci dereceden muhatap insan. Dizinin bölümlerinin senaristi, yönetmeni vs değişiyor bölümlerde. Bir tür eser anonimleşiyor. Neden? Çünkü o üretilenin sadece araçları bunlar. Gerçek sahibi ise Netflix! 

Oppenheimer olayına dönelim. Günümüzdeki durumun öncüsü olduğundan dolayı değerli. Sipariş üzerine yeteneğini seferber eden bir bilim insanı Oppenheimer. Netflix dizisinin yaratıcısı yani. Ve sistemin birinci dereceden muhatabı. Diğer ekibi de belirlemekle sistem uğraşmıyor. Ne anlasın sistem bilimin içeriğinden. Ver görevi Oppenheimer’a o halleder zaten. Ekibi kurar, siparişi hazırlar. Filmdeki romantik üçkağıtçılıkla da bir kullanılanın, sipariş üzerine çalışan birinin çıkan ürün üzerinde söz sahibi olduğu yönlendirdiği iddiası sadece komik. 90’ların absürt samimiyeti içerisinde çıkan Burak Kut şarkısı misali her şey sistem için “Yaşandı bitti saygısızca aldatmanın tadına varınca, doğru söylesen kimin umrunda” 

Sipariş üzerine iş yapanların sonunu günümüz dünyasında da görüyoruz. Bizdeki şimdi muhalif olanların çoğu birikimlerini şimdi eleştirdikleri bu sistemi var etmek için kullanmadılar mı? Kendi ruhuna bağlılığı olmayan hatta kendi değer yargılarını oluşturmamış entelektüel biyolojik bir yapay zekadan farkı yoktur. 

İşte CERN’de ya da başka üst düzey gerçek bilim üreten yerlerdeki insanların çoğu bütünden haberi olmayan insanlar. Bir tür teknisyenler. Ürettiği üzerinde söz sahibi olmayan biyolojik makinalardan ibaretler. Felsefesi olmayan bilim insanı, sanatçı bir araçtan ibarettir. İyi niyetli olsa bile en nihayetinde sistemin ateşine odun taşıyan biridir. Sistemin ateşi güçlendikçe daha da değersizleşir. Bir tür kısır döngü! Bizdeki iyi eğitimli insanların değersizleşmesini de bu eksende düşünmek gerek. Sovyetizmi haklı olarak bireyi yok etmekle eleştirenler asıl şimdi distopik kapitalist dünyanın bireyi hiçleştiren, canlıyı araca dönüştüren sistemine itiraz etmeli. Ancak herkes ekmek kırıntılarının peşinde!